Kaledibi Köyünde Köylüler askerliği hayatın ayrılmaz bir parçası sayarlar. Askerlik yapmayanı, evlenip yuva kurmayanı adamdan saymazlar. Asker ocağı peygamber ocağı olarak kabul edilir ve askerlik hizmeti gençlerimiz için büyük kutsiyet taşır. Bunun için de gençlerimiz askere giderken bu sorumluluğun farkında olup bilinçli bir şekilde ve coşku içerisinde bu vazifeyi üstlenirler.
Erkek çocukların hayatında önemli bir dönemi olan askerlik hizmeti, anne ve babalar açısından da çocuklarının vatan savunması gibi bir kutsal vazifeye katılması bakımından büyük önem taşır. Askerlik çağına gelen delikanlıyı askere gideceği günden iki ay önceden serbest bırakırlar.
Bu iki ay boyunca onun gezip eğlenmesine izin verirler.Asker adayı, son haftası boyunca tüm akraba, komşu ve dostlarını gezer, onlarla vedalaşır, “askere gidiyorum, hakkınızı helal edin, Allahısmarladık” der.
Elleri öpülen büyükler, kendisine armağanlar verirler, güle güle gidip gelmesini dilerler. Arkadaşları ise davul zurnalar eşliğinde gece gündüz şenlikler yaparak onu eğlendirirler.Askere gidiş günü tüm adaylar Türk bayrakları altında, davul zurnaların eşliğinde, arkadaşlarının ellerinde havaya atılarak yolcu edilirler.
Bazen mevlidler okunur, toplu dualar yapılır, yollarının açık olması Allah’tan dilenir. Asker adaylarına askerliklerini iyi yapmaları, komutanlarını dinlemeleri öğütlenir. Askerlik Dönüşünde ise Bundan sonra ise tüm akrabalar, komşular, dostlar oğlanın evine gözün aydın kutlamasına gelirler. Böylece delikanlı yeni bir yaşama geçmiş, yani adamlık yolunda önemli bir engeli aşmış olur.
|
|
Ramazan ayı boyunca herkesin nasıl huzur ve keyifle iftar sofralarını hazırladığını, topun atılmasıyla da oruç tutan ya da tutmayan ev halkının birlikte sofraya oturup oruç bozduğunu çocukluğumdan hatırlıyorum. Biz küçükler oruç tutmak için herzaman çok hevesli olurduk. Ramazan boyunca sanki daha başka bir lezzet kazanırdı. İnsan ilişkilerine daha çok önem verilir, hoş görülü ve sevecen olmaya gayret edilirdi.
Ama malum çocuklar büyüdü, koşullar değişti. Artık Ramazanlar, o eski Ramazanlar değil.
Burada ne ilişkilerden, ne hoş görüden ne de sevecenlikten bahsetmek istiyorum. Zira artık tek bir değer yaşamlarımızı yönetiyor: maalesef maddiyat. Ama bir gerçek var ki yaşlandıkça insanların daha çok eskiye döndükleri ve bu arada kaybettikleri birtakım manevi değerlerin farkına varıp eski gelenekleri yeniden uygulamak için çaba sarfettikleri.
Yeniden birçok evde birtakım nedenlerden dolayı oruç tutulamasa bile Ramazanın ritüelleri yerine getirilmeye çalışılıyor. İftar yemekleri hazırlanıyor, dostlar davet ediliyor. Huzurlu keyifli sohbetler eşliğinde hepberaber kahveler içiliyor. Böyle ortamlarda bulunmak insana ayrı bir mutluluk kazandırıyor.
Genellikle Ramazan ayının onuncu gününden itibaren aileler, eşlerini-dostlarını oruç açmaya evlerine davet ederler. Böylelikle bir kaynaşma ve dayanışma sürdürürler.
Kaledibi köyünde Ramazan ayı gelmeden önce hazırlıklara başlanırdı.Evlerde tatlı bir heyacan,tatlı bir telaş olurdu. Komşular bir araya gelip birbirleriyla yardımlaşarak ramazan hazırlıklarını yaparlardı.Bu hazırlıklar mevsimine göre değişirdi. Tarhana, Ev Makarnası, Yufkalar hep komşuların bir araya gelipte yaptıkları şeylerdi. Sahura herkes ezan sesiyle, yada çalar saat ile uyanır sahurlarını yaparlardı
|
Giysiler daha ziyade koyun-keçi yününden dokumalardı. Ayrıca kendirden dokunan keten giyecekler ve gurbete giderek alınabilen giysilerdi.
Erkekler, pantolon yerine yünden zipka, şal; tevekten gömlek, yün çorap, çarık, fes veya kuşak giyerler; yırtılan, sökülen yerleri devamlı dikerek(sırıma) yıllarca kullanırlardı.
Kadınlar, yün peştamal, yün şal, keten gömlek, kuşak(bele sarılan), yün çorap, çarık, gütni yallık(yakalık), tabla, çember giyerlerdi.
Ama günümüzde tamamen terzi ve konfeksiyondan giyinilir.
Erkeklerin günlük giyimleri ile pazara veya uzak yolculuklara çıkarken giyimleri arasında çoğu kez belirgin bir fark olmaz. Ancak eskiden bir erkeğin kıyafetini şu giysiler oluştururdu:
Fes/Kuşak(Guşak): Erkekler için fes başa konur, kuşak ise başa sarılırdı. Tamamen yünden ve yerli dokuma idi. Bugün eski fes ve kuşak pek kullanılmamaktadır. Fes yerine şapka veya fotör takanların sayısı parmakla sayılacak kadar azdır. Daha ziyade başlar açık bulunmaktadır.
Göynek: Bugünkü atlet veya fanilanın yerini almaktaydı. Tamamen yerli dokumadır.
İç don: Eskiden adına tevek donu denirdi. Bu günkü kilot, şort yerine giyilirdi. Bu da aynı göynek gibi yapılırdı.
Zipka/Pantolon(Pontul): Bu pantolonun paçaları çok dar ve yanlardan düğmelidir. Bunun tam aksine yukarısı oldukça geniştir. Yün dokuma kumaştan yapılır. Tamamen yerlidir. Yün dokumacılığı, tevek dokumacılığına göre tamamen farklıdır. Tanıtmaya çalıştığımız zipka, pantol bugün artık giyilmez, yerine normal pantolon giyilmektedir.
Ceket(Ceget): Yine yün dokumadır. Zipka pantolon ile takım olarak giyilir. Takımın rengi, alt-üst siyahtır. Bugün zipka gibi bu da artık giyilmez; yerini, konfeksiyon ve terzi imali ceketler almıştır.
Çorap(Corap): Halkın corap înesi dediği küçük şişlerle-yün ipliğinden-elde örülmektedir. Rengi, yünün rengidir; boyama yapılmaz. Bugün kış mevsimlerinde bu çoraplar hala giyilmektedir.
Çarık(Çaruk): Deriden elde yapılır, ayağa giyilirdi. Eskiden ayakkabı yaygın değilken tamamen bu çarıklar giyilirdi. Ancak uzun süre dayanıklı değildi , son zamanlarda ve günümüzdede kullanılan kara lastikten yapılmış ayakkabı giyilirdi
Görüldüğü gibi; eskiden hiç para harcanmadan sağlanan giyim, bugün ağır paralara mal olmaktadır. Yerli malı kullanma alışkanlığı teşvik edilir ve geliştirilirse giyim daha ucuza mal olabilir. Bunun gibi, eskiden herkesin yağı, sütü, yumurtası kendi ürünü iken bugün bunlara para verenlerin sayısı bir hayli fazladır. Üreticilikten tüketiciliğe doğru hızlı bir geçiş göze çarpmaktadır. Kadınlar da, bugün tamamen para ile çarşıdan giyinmektedir. Eskiden el dokuması yerli ürünlerle yarı yarıya giyinmek mümkündü. Kadınların, eskiden giydiği elbiseler şunlardı:
Yallık/Yarlık: Kutnu denen kumaştan yapılırdı. Bu kumaşı, pamuk ya da ipekle karışık, kalın, ensiz kumaş diye tanımlayabiliriz. Kadınlar bunu, dört ucundaki ipleri vasıtasıyla yakalarına, göğüslerinin üzerine takarlardı. Bugün kesinlikle yok oldu. Genç kızlar içinde belki adını bile duymayanlar vardır.
Çember(Cember): Yerli yazma'dır. Yemeni tipindedir. Karadeniz'e mahsus özel tip bir dokumadır. Hanımlar, başını örtmede kullanırlar. Siyah üzerine beyaz renkte ince desenler yapılmıştır. Kadınlar arasında bu desenler pisik çavunu (kedinin ayak izi), veya dallı diye adlandırılmaktadır.
Tabla: Yukarıda anlattığımız çembere bir ilave ile değişik bir görünüm, bir tür model olarak başa sarılan şekli. Tablada iç sargı, çiçekli kısmı öne gelecek şekilde köşeli bir görünüm arzeder. Bu sargının açık bıraktığı kısımlar da, diğer çember ile kapatılarak normal yazma şeklinde sarılır. Tabi bu tabla sarma işi, biraz da beceri gerektirir. Düğün ve benzeri özel günlerde genç kızlar, kendine göre daha usta bulduğu arkadaşlarına rica ederek kendi tablasının da güzel olabilmesi için yardım ister. Bugün bu kıyafet de, yerini tamamen normal yazmaya bırakmıştır.
Fistan(Fisdan): Kadın elbisesidir. Vücudu yukarıdan aşağıya kadar örtmektedir. Kendine göre özel, mahalli dikiş şekli vardır. Mahalli terziler bu ihtiyaca cevap vermektedir. Etekleri kıvrımlı, yakaları kıvrımlı ve işlemelidir. Bu işleme makine ile yapılan zik-zak renkli dikişlerden ibarettir. Etekleri üst üste bindirilerek kırmalı dikilir.
Bel kısmı daha dar, uzunluğu diz hizasına kadardır. Fistan henüz tamamen ortadan kalkmış değildir. Yine gelinlere giydirildiği gibi halktan da genç kız ve kadınlar ara ara giymektedirler.
Kuşak(Guşak): Kuşak, bele sarılır. Kalın dokumalı, kırmızı-sarılı renkte ve yündendir.
Peştemal(Peşdambal): Kuşağın üzerine sarılır. Fistan hizası uzunluğundadır.Yana ve arkaya olmak üzere iki türlü bağlama şekli vardır. Fakat genellikle yana bağlanır. Peştemal, iki türlüdür. Eskiden, yerli dokuma, yün olanları kullanılırdı ki, bunun rengi siyah idi. Bu türleri artık yok oldu. . Beyazının parlaklığına göre ve kırmızısının koyuluğuna göre kara peştemal(peştambal) ve beyaz peştemal olmak üzere bu da ikiye ayrılır. Bugün hep bu iki çeşit kullanılmaktadır.
Yörekbağı : Genç kızlar, beline ve peştemalın üzerine sararlardı. Ham maddesi, renkli yün ipleridir. Genişliği, iki santimi pek geçmez. Uzunluğu, iki metre civarında olur(Kullanacak olanın bel genişliğine bağlıdır). Ucu, aynı tür iplerle yapılmış püsküllerle donatılmıştır. Bugün artık kullanılmamaktadır.
İşlik / Yelek : Bugün yelek olarak bilinen bu giysinin eski adı işlik idi. Ancak işlik'le yelek arasında farklılıktan da söz edebiliriz: Yelek, işliğin biraz daha geliştirilmiş şeklidir, diyebiliriz. İşlik, kadınların giydiği kollu bir tür ceket iken yelek; kolsuz, renkli kumaşların ve üzerindeki nakışların bir kompozisyonudur. Yeleği, yine mahalli terziler yapmaktadır.Yelek, genç kızların zekle giydiği bir giysidir. Yelek, önden düğmesizdir. Uzunluğu, bel hizasındadır. İşlemeli kısmı, daha çok ön ve etek kısımlarıdır.
|